Bu Blogda Ara

7 Haziran 2012 Perşembe

SEMERKANT AİLE

O gün kaldırımda yürürken gözüme bir kitapçı takıldı. İçeri girdim. Hayırlı olsun, yeni mi açtınız dedim.


Hayır dedi genç adam, yeni de sayılmaz.

Ben neden önce görmemişim, dedim.

Gemç adam bana üçretsiz dergiler verdi oumam için.

Okuyacağım dedim, dergileri aldım. İşyerinin adresini de verdi.

Semarkant ve Semerkant aile dergileri.

Semerkan Aile dergisi kapagındaki çocuk resmi dikkatimi çekti. Ne güzel bir resim bu dedim kendi kendime. Zaten güzelliğine binaen resmi de aladım internetten.


*

Dergiden bir yazıyı buraya alıyorum, tabi dergi sahibinin müsaadeleriyle.

---------------------------------------------------------



Amatör Kalemler


YAZABİLSEYDİM EĞER


Öyle yakışıyor ki size “özlenmek’’; siz dururken gayrısını özlemek, özleyenin hicabıdır olsa olsa. Zaten bu yüzden ben de, cesaret edebilseydim sizi ne kadar özlediğimi yazacaktım. Lakin olmadı. Ne vakit bir yazmak düşlediysem, sustu kalem, indi geceden öte bir koyu gölge kâğıda...

Becerebilseydim, size yanınızda olamayışımı yazacaktım. Biliyorum, hadsizliğin en son haddi ‘’Size yazmak’’. Ama olsun. Bağışlayın diyecektim. Herkes kendi işini yapmalı; densizlik benden, bağışlaması sizden...

Gerçekten hissedebilseydim eğer; kirlenmiş, örselenmiş bir yüreğin yazacaklarının yazmaya değer olduğunu, kendimi kandıracaktım. Yani hakikatiyle özleyemeden daha, özlermiş gibi yapacaktım. Kimbilir, en çok da size âşık olanların hasretlerini özleyecektim sonra...

Uyanabilseydim bir gece yarısı, şöyle en koyusunda uykunun; gözyaşı kıvamında. Kan ter içinde, onulmaz yaralardan derlenmiş bir çocukluk hatırasındaki kadar savunmasız. İsminizi sayıklayan sesimi daha önce hiç bu kadar çaresiz duymamış oluşuma sevinebilseydim. Ve dahî hiç kimseyi bu kadar yanımda istemeyişimle o uykuda, anneleri babaları kıskandırabilseydim...

Dinleyebilseydim bütün nâmelerin kırılma noktasında, billur ırmakların bile benzemekten âciz kaldığı o târifsiz, o tahayyüle sığmaz sesinizi... Bu çocukluğumdan beri tutmaya çalışmaktan vazgeçemediğim kar tanelerinin her birinde, onu taşıyan meleğin size de uğradığını farkedebilseydim... Doymak nedir bilmeyen bu felâketimin çığırtkanı nefsime ağır gelen ne varsa, her zerresini varlığınız nimetinde eritebilseydim... Her günü bir ömür, her ömrü bir an edebilseydim bu dar vakitlerin saatlere her hapsoluşunda... Avuçlarımdaki bütün cam kırıklarını semâya salıverip; ne varsa acıya dâir, hepsini yalanlayıp uçurtmalarımı başucuma koyabilseydim... Sonra uyumayı ödül bilseydim yerin altındaki yatağıma duânızla usulca...

Hülasa,

Becerebilseydim bunlardan en az birini,

Ben de yazacaktım.

Olmadı....