Bu Blogda Ara

31 Aralık 2011 Cumartesi

MABET


minaresi 

 


HUŞU VEREN BİR MABET 



Kıldığımız cuma namazının akabinde, uzun boylu, ütülü, beyaz pantolonlu, 40 yaşlarındaki imama soruyorum:

"Caminin tarihini anlatır mısın?"

"200 yıllıktır minaresi", diyor şık giysili imam.

Bilmiyorum neden minaresinden başladı anlatmaya?

Çok önceleri üzeri dammış. diyor sonra arkasından. Toprakla örtülü imiş. Yağmur yağdığında akmasına engel olmak için loğ'larlarmış.

Bir sene Dayızade demiş ki:
"Ektiğim pamuktan iyi ürün alırsam bu camii bir güzel yaptıracağım."

O yıl Dayızade alabileceğin üzerinde ürün almış ve camii yaptırmış.

40 yaşlarındaki imam, bildiğimiz Ali Aksoy'un akrabası İsmail Aksoy imiş.

*


MİNARESİ 200 YILLIK

Namaz sonrası, minarenin kapısı üzerindeki kitabesini okuyorum:
"Hicri 1220." yazıyor.

Sütçü İmam'ın Kurtuluş Savaşını başlattığı yerin yalnızca 200 metre uzağındaki bu camide ibadet,tahminlerin ötesinde huzur vericidir.

**

30 Aralık 2011 Cuma

şükrediyor


 


31 Mayıs 2009

Bir ihtiyarla beraber yürüdük. Yürümesi ağırdı. Zaman zaman onu bekledim. Yine de benden gerilerde kalıyordu.
Güzel düşünceleri vardı.
20 yıl önce emekli olmuş. Bir sene önce de çalışmayı bırakmış. 120 metre karelik evi ortaklıkmış. Evet yanlış yazmadım, ortaklıkmış. Ama bu ortak olma güzel bir ortak olma. Kızı ile birlikte aidat ödüyorlarmış. Ne güzel değil mi? Belki güzel, belki değil. Benimseyen olur veya olmaz demek istedim.
Sonra kızının nüfusunu sordum. Altı kişilermiş.
"Güzel dedim. 2'de siz, eder 8."
"Hayır, dedi ihtiyar, yakın zamana kadar böyle idi ama şimdi değil."
Beni bir düşüncedir bürüdü. Tufaflaştım.
Sonra ekledi:
"Bir de gelin getirdik. Yani torunumu evlendirdik."
"Torunun kaç yaşında?"
"Askerden yeni geldi."
"Çalışıyor mu? "
"Yeni işe başladı."
"Maaşı nasıl?"
"Çok iyi değil."
"Çok ta kötü değil demek istiyorsun."
"400 olsaydı bari."
"Daha mı az. "
"300"

somuncu baba 2



 




2009 Haziranının ilk haftası


Elimde bir dergi var. Az önce ulaştı bana. Okumalıyım.

Yine dopdolu sayfalar. Yine 88 sayfa.

Yazılanları anlamak için sakin kafa ister. Hele şöyle bir karıştırayım. Sonra sindire sindire....

*

Dergi 104. sayıya ulaştı.

*

BİR GÜN SONRA


Derginin başyazısı dikkatimi çekiyor. Sanırım, okuyan herkesin de dikkatini çekmiştir.

Yazıyı, Derginin İmtiyaz Sahibi ve Genel Yayın Yönetmeni Sebahaddin Ateş kaleme
almış.

Yazının başlığı, ‘ DARENDE'DE GÜL KOKUSU’>

Sanırım bundan güzel de bir başlık olmazdı.

Yazarın giriş yaptığı kısa bölüm kitaplaşan dergide yok. İnternetteki bu bölüm şöyle:

‘Somuncu Baba'nın ismini taşıyan dergimiz 16 yıldır¸ her Haziran ayında gül edalı¸ gül sevdalı yolculuğuna bir yıl daha ekleyip devam eder… Yapılan Kültür Etkinlikleri vesilesiyle¸ binlerce kilometre uzaklardan gelen davetliler¸ Darende'de yüzyıllardır "Solmayan Gülleri" koklar… Böylece bir manevî yolculuğun serüvenine ortak olur¸ yüzü aklar¸ gönlü paklar…’

________________________________________


Edebi bir şekilde Somuncu Baba'nın hayatını anlattığı yazısına, yazar şöyle devam ediyor:

‘Manevî fetih için yollara düşen erenler... Onlar şehirlerden önce gönüllere girenler...
İşte o büyüklerden biri¸ Muhammedî esintilerle gül kokulu ailesi Horasan'dan Anadolu'ya gelir... Kayseri'yi mesken tutar. 1331 yılında¸ gökçe gönüllü yiğit bir er dünyayı şereflendirir. Adına Hâmid-i Velî derler... Sonra o da ilim tahsili için diyâr diyâr dolaşır. Şehirleri gezer¸ gittiği her yere gül kokusu yayar. Kayseri'den Şam'a¸ oradan Tebriz'e ve Erdebil'e gider. Bir yandan tahsil görür bir yandan da gönül ummanına dalar. Her veçhesiyle nurla dolar... İsmi artık¸ Şeyh Hâmid-i Velî olarak anılmaktadır. İrşad ve hizmet için ailesi gibi tekrar Anadolu'ya gelir¸ Bursa'ya yerleşir...
Küçük bir fırında pişirdiği ekmekleri "Mü'minler¸ Somunlar" nidasıyla halka dağıtır. Gönül ateşiyle yaktığı fırınında pişen ekmekler¸ inanan insanların midesine düştükçe¸ hizmetler çoğalır. Bursa Ulu Camii'nin inşasında çalışan ustalar¸ ameleler¸ görevli askerler hep onun sofrasında doyarlar. Gönül halkasında istikamet bulur¸ onu sever sayarlar. Adına halk arasında Somuncu Baba denir. Pişirdiği lezzetli somunlar müminler tarafından yenir. Sözü¸ sohbeti herkesçe dinlenir... Bursa Ulu Camii'nin açılışında Emir Sultan'ın işaretiyle¸ Padişah Yıldırım Bayezid Han'ın huzurunda hutbe okur. Fatiha suresini tasavvufî yönlerden açıklar... Şöhretten sakındığı için yolculuğuna devam eder¸ talebelerini toplar¸ Bursa'dan ayrılır.
Aksaray'da bir müddet durur¸ oğlu Yusuf Hakiki'yi orada bırakır. Talebelerinin meşhurlarından Hacı Bayram-ı Velî'yi Ankara'ya görevlendirir. Oğlu Halil Taybi ile birlikte hac yolculuğundan sonra Darende'ye yerleşir...1412 yılında Rabbine kavuşur...
Onun necip evlatları o ezelî gül kokusunu yayarlar Darende'den cihana... Hizmeti¸ gönül yapmayı kendine şiar edinen Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s) kendini ecdadının gittiği izden insanlığa vakfeder. Tasavvufî neşve ile gönüllere hizmet eder. Kurduğu vakfı ve yürüttüğü hizmetleri emanet ettiği¸ gözünün nûru evladı H. Hamidettin Ateş Efendi¸ aldığı hizmet bayrağını en yücelere taşır... Güller diyarı Darende'den etrafa elvan elvan kokular yayılır. Evlatları da ecdadı gibi sevilir sayılır...
Somuncu Baba'nın ismini taşıyan dergimiz 16 yıldır¸ her Haziran ayında gül edalı¸ gül sevdalı yolculuğuna bir yıl daha ekleyip devam eder...

Yapılan Kültür Etkinlikleri vesilesiyle¸ binlerce kilometre uzaklardan gelen davetliler¸ Darende'de yüzyıllardır "Solmayan Gülleri" koklar... Böylece bir manevî yolculuğun serüvenine ortak olur¸ yüzü aklar¸ gönlü paklar...
Selam ve muhabbetle... Gönlünüz güllerle dolsun...’

*




SOMUNCU BABA 1


 

23 Mayıs 2009

Elimde bir dergi var.

Es-Seyyit Osman Hulusi Efendi Vakfı’nın Yayın Organı
Olan,
SOMUNCU BABA / Aylık İlim – Kültür ve Edebiyat Dergisi.

Derginin;

Kurucusu : A. Şemsettin Ateş.
İmtiyaz Sahibi ve Genel Yayın Yönetmeni: Sebahaddin Ateş.
Yazı İşleri Müdürü: Hulusi Yayla.
Yayın Editörü: Musa Tektaş. 
Genel Sanat Yönetmeni: İlhan Soylu. 
Sanat Yönetmeni: Şenol Gürsoy.

88 sayfadan oluşan, kuşe kağıda basılmış pırıl pırıl bir dergi. Derginin Mayıs 2009/103. Sayısına göz gezdiriyorum. Sayfalar arasında kalıyorum, saatlerdir içinden çıkamıyorum. Çıkamıyorum, çünkü okuyorum.

Derginin 64. sayfası “İstanbul’un Fethi ve Fatih” ten bahsediyor. Güzel bir resimle Derginin kapağından anons edilmiş. Ayrıca, 10. Sayfada “Gençler ve Şiddet” hakkındaki yazı da kapakta anons edilmiş. Öte yandan her sayıda dergi ile beraber 50 sayfalık çocuk dergisi de hediye ediliyor. Bu da, çocuğa ve gençliğe verilen değeri vurgulamaya yeter.

Dergi,•Es-Seyyit Osman Hulusi Efendi (k.s) nin 37. Mektubu ile başlıyor.

Es-Seyyit Osman Hulusi Efendi'(k.s) nin dilinden düşürmediği anlamlı dörtlüğü aşağıya alıyorum:

Ata ana gitti kardaş gitti
Yaran dağılup yoldaş gitti
Men zar-u garibi hasta kaldım
Gönlü gam ile şikeste kaldım

*

Es-Seyyit Osman Hulusi Efendi (k.s)’ nin Mektubunu günümüz Türkçesine Yrd. Doç.Dr. Cemil Gülseren uyarlamış.

*

DERGİNİN YAZARLARI

*Ali Akpınar/ Sadakat Medeniyeti Ve cennete Götüren Amel: Doğruluk,
*Safa Saygılı / Gençler ve Şiddet,
*Mehmet Akkuş / Yar Kim Ağyar Kim,
* Musa Tektaş / İnsanı İnsan Yapan: Muamele,
*Ramazan Altıntaş / El-Cebbar,
*Prof Dr. İbrahim Balcıoğlu / Rekabetten Şiddete: Spor,
*M. Doğan Karaçoşkun / “Şiddet Anadan Babadan Öğrenilir” Konusunun açılımı
Hakkında Prof Dr. Mehmet Zeki Aydın ile röportaj,
*Halit Yıldırım / Akıbet isimli şiirle,
*Resul Kesenceli / Zamanın Sırrı,
*Doç. Dr. Kadir Özköse / Şiddet ve Terörün Panzehiri Olarak: Tasavvuf,
*Fazıl Ahmet Bahadır / Fetih Düşünceleri isimli şiirle,
*M. Doğan Karaçoşkun / Şiddet: Problemi Problemle Çözme,
*Ahmet Seyit Durna / Güvence isimli şiirle,
*Yrd. Doç. Dr. Mehmet Taşdemir / Sultan Fatih Ayasofya Vakfiyesinde (İnsan),
*Abdullah Kahraman / Dini Problemlerin Pratik Çözümü: Fetva,
*Olcay Yazıcı / Efsane-i Osmaniye (555 lale),
*Prof. Dr. Enbiya yıldırım / Doğayla Barışık bir Hayat,
*Adem Solak / TBMM Şiddet Araştırmalarına Göre, Aile İçi Şiddet,
*Doç. Dr. İsmail çalışkan / Bir İnsanı Öldürmek Veya Bütün İnsanlığı Öldürmek,
*Hayati Otyakmaz / Bizim isimli şiiriyle,
*Prof. Dr. Bünyamin Erul / Sahabenin Hayatı (Abdulmuttalib B. Rabia)-Kırık Hadis,
*Sadık Yalsızuçanlar / İman ve Emniyet,
*Abdullah Doğan / Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri,
*Muammer Yılmaz / İstanbul’un Fethi ve Fatih,
*Doç. Dr. Üzeyir Ok / Şiddetin Psiko-Teolojisi,
*Ahmet Mahir Pekşen / Mü’min,
*Metin Özdemir / Şiddetin Kaynağı Din mi? – Kitaplık,
*Vedat Ali Tok / Fatih'in Şairlik Yönü,
*Ümit Fehmi Sorgunlu / Bayramlar Bayram Ola,
*Ali Özkanlı / Duvardaki Mesaj: “ Annemi Çok Seviyorum",
*Akın Dindar / Ağız ve Diş Sağlığı,
*Etitör / Şifalı Bitkiler: Ebegümeci,
*Mesude Sarı / Kabuni,
  
Yazılarıyla 103. Sayıya katkıda bulunmuşlar.

*

DERGİNİN FİYATI


Türkiye İçin:

Tek sayı: 7 Tl.
Kurum Abone : 120 Tl.
1 Yıllık (12 Sayı) Abone : 70 Tl.

* 
AVRUPA

Tek sayı: 6 EURO.
1 Yıllık Abone : 72 EURO.

* 
Avrupa Harici, Yurtdışı Abone

1 Yıllık 102 USD

*

HABERLEŞME ADRESİ

Zaviye Mah. Hacı Hulusi efendi cad. No: 71
44700 Darende / Malatya


Tel: (422) 6151500 Fax: (422) 615 28 79

İnternet adresi: www.somuncubaba.net – bilgi@somuncubaba.net


--------------------------

istanbul ve fetih



May
29 Mayıs 2009 / sabah

Bir televizyon kanalını seyrediyorum. Konu gazete manşetleri. Zaman zaman ilginç konular oluyor. Dikkatim, bazı konularda yoğunlaşıyor. Bunlardan biri de, Türkiye Belediyeler Birliği Seçimleri. Türkiye Belediyeler Birliği seçimlerini 527 oyla İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş'ın kazandığı.

Kuşluk / İstanbul'un Fethi 

Gazete başlıklarını dikkatle takip ediyorum. Gazete başlıklarını okuyan, sonra da yorumlayan spiker, halk arasında sağ medya diye tabir edilen gazetelerin konuya hassasiyet gösterdiğini vurgulayarak gazetelerden bölümler okuyor. Nerede ise tamamı 1. Sayfadan duyurmuşlar İstanbul'un fethi'nin 556. Kurtuluş Yıl Dönümünü. 

Fatih diyot ki, ya ben İstanbul'u alırım ya da İstasnbul beni.

Sonrasında, Sol Medya diye tabir edilen gazetelerde böyle bir haber olmadığını söylüyor. İşin düşündürücü yönü, iç sayfalarda da yer vermemişler Fethe. 

En son okunan gazete Tercüman oluyor. "Sağ diye bilinen bu gazetede de böyle bir aramak beyhude", diyor sayın yorumcu. 

-----------

yolda selam




19 mayıs 

Belediye başkanı öyle diyor:
"Kahramanmaraş'a iki taziye evi yaptırdım, 1'i Dğukent'e."

Ve ekliyor:
"Milletvekili olmanın, dönemlerce belediye başkanlığı yapmanın fazla bir anlamı yok."

"Ya neyin anlamı var, diye soruluyor."

"Seneler sonra yolda giderken verilen bir veya bir kaç selamın."

-------------------

sgh2 (sosyal güvenlik haftası)




13 Mayıs

Akşam, yerel televizyorda, Sosyal Güvenliğin Kahramanmaraş halkına anlatılması ile görevli, Kahramanmaraş Sosyal Güvenlik Kurumu İl Müdür Yardımcısı Ali Yüce, Şef Bayram Nacar ve Dr. Ercan Genco vardı.

Bir gün önce Sosyal Güvenliğin tarihçesi ile ilğili soruya İl Müdürü Mehmet Dere doyurucu cevap vermişti.

Ülkeye getirileri, borçlanma gibi konular üzerinde duruldu.

Bayram Nacar'dan edindiğim bilgiye göre; 5502 sayılı Kanunla yenilik sağlandı.

Kanun 20.05.2008 tarihinde yayılanarak 01.10. 2008 tarihinde yürürlüğe girdi.

--------------------

SG haftası 1



 


12 Mayıs


Hafta boyunca diğer kurumlar ziyaret edilerek haftanın önemi anlatıldı.

Kahramanmaraş Sosyal Güvenlik Kurumu İl Müdürü Mehmet Dere, kurduğu ekiple 12 ve 13 Mayıs 2009 tarihlerinde akşamları yerel televizyonda Sosyal Güvenlik hakkında açıklama yaparak halkın teveccühünü kazandı.

Benim yakalayabildiğim, 12 Mayıs akşamı İl Müdürü Mehmet Dere, Müdür yardımcısı Gülseren Alkış ve şuan adını çıkaramadığım eczacı bayan vardı.

Konuşmaları ilgi ile dinledim. İnsanın olmasını düşündüğü ve düşünemediği bir çok yenilikler getirilmiş yeni kanunla.

Bir çok konu ilgi çekici idi. Ama doğum yapan hanımlar için uygulanan yeni kanun en göze çarpanı idi. Bu kanunun getirdiği yenilikler hakkında İl Müdürü Mehmet Dere açıklama yaptı. Açıklama şöyle: Doğum yapan bir kadın 2 yıl boçlanma yapabiliyor. İkinci doğumda bir 2 yıl daha boçlanma hakkı var. Toplam 4 yıl borçlanma yapılabiliyor.

-------------------------

HALİL İBRAHİM BEREKETİ


14 Mayıs 2009 

Sabah makinayı açtığım da bir yazı ile karşılaştım. Bir dostum yazıyı adresime göndermişti.

Okudum.

Güzel bir yazı. Düşündürücü ve güzel.

Yazıyı aşağıya alıyorum.

----------------------


Vaktiyle birbirini çok seven iki kardeş varmış.

Büyüğü Halil,

Küçüğü ise İbrahim...

Halil, evli ve çocuklu.

İbrahim ise bekârmış...

Ortak bir tarlaları varmış iki kardeşin...

Ne mahsul çıkarsa, iki pay ederlermiş.

Bununla geçinip giderlermiş...

Bir yıl, yine harman yapmışlar buğdayı.

İkiye ayırmışlar.

İş kalmış taşımaya.

Halil, bir teklif yapmış :

İbrahim kardeşim; Ben gidip çuvalları getireyim. Sen buğdayı bekle.

Peki, abi demiş İbrahim...

Ve Halil gitmiş çuval getirmeye... .

O gidince, düşünmüş İbrahim:

Abim evli, çocuklu. Daha çok buğday lazım onun evine

Böyle demiş ve,

Kendi payından bir miktar atmış onunkine...

Az sonra Halil çıkagelmiş.

Haydi İbrahim. Demiş, önce sen doldur da taşı ambara.

Peki abi.

İbrahim, kendi yığınından bir çuval doldurup düşer yola.

O gidince, Halil düşünür bu defa:

Der ki:

Çok şükür, ben evliyim, kurulu bir düzenim de var.

Ama kardeşim bekâr.

O daha çalışıp, para biriktirecek. Ev kurup evlenecek.

Böyle düşünerek,

Kendi payından atar onunkine birkaç kürek.

Velhasıl, biri gittiğinde, öbürü, kendi payından atar onunkine.

Bu, böyle sürüp gider.

Ama birbirlerinden habersizdirler.

Nihayet akşam olur.

Karanlık basar.

Görürler ki, bitmiyor buğdaylar.

Hatta azalmıyor bile.

Hak Teala bu hali çok beğenir.

Buğdaylarına bir bereket verir, bir bereket verir ki...

Günlerce taşır iki kardeş, bitiremezler.

Şaşarlar bu işe...

Aksine çoğalır buğdayları.

Dolar taşar ambarları.

Bugün 'Bereket' denilince, bu kardeşler akla gelir.

Bu bereketin adı: halil ibrahim bereketidir.

EVİNİZE VE HAYATINIZA,

CENABI ALLAHTAN HALİL İBRAHİM BEREKETİ DİLERİM.

Muhammet Ali Özsağır

-----------------------------

Evet, dostumun yazısını güzelliği nedeniyle buraya aldım.

-----------------------------

dua / beddua




8 MAYIS 2009, CUMA

Doğukent Camiinde vaiz öyle güzel konulara değindi ki..... bir çokları önceden bildiğim ama üzerinde titremediğim, düşünmediğim konulardı.

Dua ve beddua üzerinde durması insanın içini titretiyor.

Özetle şöyle: Çok şükür diyor vaiz şehrimizde beddua olumlu yönüyle ele alınıyor. Yani dualaştırılmış zamanla. Ciğeri dükülesice yerine; ciğeri dökülmeyesice, ocağı sönesice yerine; ocağı yanasıca, işi ratgelmeyesice yerine; işi rast gelesice.... deniyor.

Eğer bu kelimeler aslı gibi söylense ne olurdu? Örnegin, "ciğeri yanasıca" der anne oğluna. Oğlunun ciğeri yanarsa kendinin ciğeri yanmaz mı? Sonra kulun mazereti kalmaz. Yani, "Rabbim neden oğlumun ve benim ciğerimi yaktın!" diyemez. Keza kul istedi, Allah'ta verdi.

öncüler



 



5 Mayıs 2009

Onun mırıldanması ap-ayrı olanlardır. Onun bu şekilde ilk görüyordum.
Mırıldanan dudakları mukarrabinden (öncülerden, Allah’a yakınlardan) sözediyordu.

"Ezbere mi biliyorsunuz?" diyorum sakince.

"Evet." diyor.

"Tamamını mı?"

Sanki bir suçluymuş gibi, sanki başkalarınca yakalanmış gibi durgun.

Yine, “Evet.” Diyor.

Alevler arasında kalmış gibi hissediyorum kendimi. Belki de arkadaşımdan böyle güzellikler beklemediğimden hissediyorum bunları. Aradığımı bulmuş gibiyim ve rahatlıyorum.

“Geçen yaz ben de ezberlemeye uğraştım, güzelin güzeli bulduğum bu sureyi. Öyle tabi. Hepsi güzel ama bu sure etkiliyor işte. Sanki içinde kendimizi buluyoruz. Kahramanlarından biri de kendimiz gibiymişiz sanki. Surede sözü edilen 3. gurup kişilerden olmayı kim dilemez. “ diyorum.

Arkadaşımın dudaklarında 3. gurup kişileri mırıldanma vardı.

Kıyamette vuku bulacak olaylar tasvirleniyor surede. 1. Sınıf; defteri sağından verilenler, yani sağın adamlarından söz ediliyor. ‘Ne mutludur defteri sağdan verilenler (uğurludur sağın adamları)’, Arkasından 2. Sınıftan söz ediliyor. Onlar için de; ‘Ne mutsuzdur defteri soldan verilenler (betbahtır solun adamları)’. deniliyor.

Arkadaşımın mırıltısı, bu iki sınıf insanın dışında. Sanki isteği de bu doğrultuda.
3. Sınıf insandan söz ediyor o.

3. Gurup insanlar, mukarrabinlerdir. yani hayır yarışında önde olanlardır. Bunlar ecirde de öndedirler. Kim istemez bu guruba dahil olmayı?

istemek gerekiyor




 


04.05.2009

Bir tanıdığımı ziyarete gittim. Seçimle iş başına gelenlerdendi. İşyerine gelenler oldu. Fakirlik ilmühaberi yaptıranlar da.

Kimsenin olmadığı zamanda, Belediye başkanıyla görüşmek istediğini belirtti. Bu nedenle sekreterini aradığını, durumumun önceki durumlara benzememesini anlatarak revdevu talebinde bulunduğunu söyledi. "Artık yumuşaklık yaramıyor. Yerine göre set olunacakmıış. Bu kanıya vardı.." dedi.

Doğru da söylüyor.

"Ağlamayana memek yok." diye ekledi.