Bu Blogda Ara

6 Ocak 2012 Cuma

İSTANBUL GÜNLÜĞÜ 2

 


*
8 Haziran, pazar

Faruk’un öncülüğünde İstanbul’un bazı yerlerini geziyoruz. Sultanahmet’ten öte Ayasofya beni büyülüyor.

Ayasofya, 918 yıl kilise olarak kalıyor. Akabinde 482 yıl da cami olarak kullanıldıktan sonra, 1935 tarihinde müze olarak dünya insanının beğenisine sunuluyor.

Ayasofya’nın girişinde ip doğruluğunda sıralanmış insanlar görüyoruz. Çeşitli ulusun insanları kendilerine bilet edinmek, sonrasında dünyanın harikası yapıyı görebilmek için bu meşakatli yolu seçmişler. Başka da seçenek yok. Olsun. Onlar bu meşakatten memnunlar. Memnunlar keza az sonra, daha önce memleketlerinden övgüsünü aldıkları atalarının mabedini görecekler.

Ziyaretçilerin birçoğu hayranlıkla geziyor, gözünün düştüğü her yerden anlam çıkarıyorlar.

Şimdi, birbirilerinden mutlanmış, binlerle ifade edilen kalabalıklarla beraberiz içeride. Bu eski mabedin yapımına hayran olmamak elde değil. Kişiler, bu Mabedi (belki) atalarının sandıklarından bu kadar önem vererek atıyorlar adımlarını. Haklılar da. Kişiler yaşadıklarına inanmıyorlar burayı görünce. Yani atalarının yapısını görünce. Onların ve benim atalarımızın yapısı. Benim atalarım, Mabed'i ihata duvarlarla, minarelerle (gizli bağlantı) desteklemeseydi bu güne gelecek miydi Mabet?

Peki daha önce neden net bilgiler verilmedi bize? Şimdi kendimi sisler içinde kalmışlar gibi hissediyorum.

İçi 20 ton gümüşle süslüymüş yapıldığında. Şimdi nerede? Atalarının Mabed'e koyduğu gümüşleri onların torunları gasbetmiş. Değerli taşları da… Haçlı seferlerinde olmuş bunlar.

*
MABET HAKKINDA BİLDİKLERİM
Önceleri Mabede 9 büyük kapıdan giriliyormuş.

Ayasofya'nın bina olarak kapladığı alan 77 metre uzunlukta ve 70 / 71 metre genişlikte bir yerdir. Önceleri binanın geniş bir avlusu vardı. Avlunun etrafında revaklar, ortasında ise aslan ağzından su akan bir çeşme bulunuyordu.

Kubbe: 33 metre çapında, 55.60 metre yüksekliğindedir. Kubbe 40 pencerelidir. Yapıyı 107 sütun ayakta tutar. Sütunların 40 tanesi alt, 67'si de üst kısımdadır.Yapıya, depremlere karşı esneklik ve dayanıklılık verilmek için bina zeminine geniş sarnıçlar yapılmış, bunların içine büyük fil ayakları dikilmiştir. Boyutlarındaki ihtişamı iç süslemelerinde de görmek mümkündür. Daha doğrusu Haçlı yıkımına uğrayıncaya kadar öyle idi. Türklerin onarımından sonra Türk sanatının inceliği onu yine essiz bir anıt yaptı.

Ayasofya'nın içi, Latinlerin işgalinden önce, mozaikler, renkli mermerler, fildişi levhalar, altın, gümüş ve diğer kıymetli taslarla ve işlemeli kumaşlarla süslüymüş. Tavanlarında altın zemin üzerinde dekoratif göbekler, rozetler, gümüş mozaikler varmış. İnsan resmi taşıyan mozaikler de bulunuyormuş. Halen yerinde duran büyük kapının üzerindeki mozaik, taht üzerinde oturan Meryem'i, kucağındaki çocuk ise Hz. İsa'yı temsil ediyor. Kubbenin altında ve orta yerde duran, fildişinden yapılmış ve değerli taşlarla süslenmiş bir kürsü varmış. Mihrabın önünde de üzeri altın yaldızlı gümüş bir bölme bulunuyormuş. Gümüş kaplamalar ve mozaikler günün her Saatinde bir başka yönden süzülen ışıkla pırıl pırıl olurmuş.

Tarihçiler Ayasofya'da bulunan gümüş kaplamaların ve süslerin 20 bin kilo civarında olduğunu yazarlar. O devirde, yeryüzünde böyle muhteşem ve görkemli bir mabet olmadığı kesindir.

Zamanın bir elçisi hükümdarna Ayasofya'yı söyle anlatır: ''Acaba gökte miyiz? diye düşündük, çünkü yeryüzünde böyle bir ihtişamı insan tasavvur edemez. Gördüklerimizi size tarif etmekten aciziz.''

*

Şimdi Ayasofya’nın güney duvarının önündeyim. Altımdaki asırlık ağaçların ilerisindeki boğazı seyrediyorum.

Ayasofya’nın rahmetli Özal’ın zamanında ibadete açılan kısımdan içeri giriyoruz. Resmi olmayan görevlinin bakışları altında çoraplarımızla kırmızı-temiz halılarda geziniyoruz.


*
Posted 23rd July 2009 by

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder