Bu Blogda Ara

15 Ağustos 2012 Çarşamba

YOLCU


'Erkenden  kalkıp nereye gidiyorsun' diyor, hanımım.
 Benim cevabım,
'Yolcu yolunda gerek' oluyor.
O anlamıştır. 'yine mi?' demesi gitmemem
gerektiğini ifade ediyor.
'Hayır' diyorum ben 'Sefil Mehmet'i
göreceğim.' Ekliyorum: 'kimdir Sefil Mehmet' biliyor musun diyorum.'
''Biliyorum, yaşayan halk şairi değil mi?''
'Evet' diyorum ben. Sonra, yaşını biliyor musun?' diyorum.'
'Yaşlı olsa gerek'
'Seksen sekiz yaşında' diyorum.
Cümlelerim onu tedirgin etmiyor, aksine bu sözden dolayı yüzünde gönenmiş bir tavır görüyorum.

30 Temmuz 2012 Pazartesi

ŞEREF TURHAN VE IŞIK GAZETESİ


25 temmuz

Özen'le görüşüyorum. Merhum, Şeref Turhan’ın oğlu Özen. 13 sene önce vefat eden babasını unutamıyor Özen.
Neden bir parka ismi verilmedi, diyor.
Ben de Özen gibi düşünüyorum. İkimizin dışında aynı görüşü taşıyanlar  var elbette.
Şeref Turhan güçlü bir şairdi. Bu, yalnız benim görüşüm değil, şiirden anlayan çokları beğenirdi onu. Hani şiirini okuduğumuzda başka şirini aradığımız  şairlerdendi Şeref  Turhan.
Özen’in düşünceler çok güzel. Yerinde bir tespit,  yerinde bir söylem. Ama duyan kim. Değer ölçen nerede? İsimleri  parklara, cadde  sokaklara vesair yerlere  verilen sanat adamlarını, düşünürleri küçümsemiyorum, diyor Özen.  Ben de öyle. Kimseyi küçümseme hakkımız yok. Doğduğu, yaşadığı sokağa, hani eve gidip gelirken gördüğümüz sokağa verilseydi bile, diye ekliyor Özen.  Gam yemezdik. Sağ olsunlar gazeteci arkadaşlar, babamın dostları çok uğraştılar. Uğraşma hak arama şekline dönüştü. Böyle mi olması gerekirdi. Olmamalıydı elbet. Ama istenmeyen oldu işte.
Sonra bana dönüyor: Kütüphanede araştırma  yapma işinden  vaz mı geçeceksin diyor Özen. Hayır, diyorum ben. Ona kütüphaneden geldiğimi söyleyince konuşmasını bırakıyor. Bana bakıyor.
Garipsediği belli. Bu kaçıncı gitmem diyorum. Aradıklarımı bulamıyorum. Aradıklarım, eski tarihli gazeteler. Geçenlerde Serdar bey söyledi, birkaç sene öncesine kadar  araştırma yapmış. Aylarca gidip gelmiş kütüphaneye. Elindeki işi bırakıyor. Evet, matbaa sıcak oluyor diyor. Asıl konuya geçmesi uzun sürmüyor. Babam yıl boyunca çıkan gazeteleri her yılın sonunda 7 takım ciltlememi önerirdi. 3 takımını kütüphaneye teslim ederdim. Bir gün soracağım Kütüphane yetkililerine. Işık gazeteleri nerede?  Diyeceğim.
Hani, Valiğin arşivine göndermişti beni Yılmaz araştırma yapmam için. Oradaki arşiv görevlisi bana: Yakın yıllara kadar duruyordu. Sonra kağıt yapılmak üzere SEKA’ya gönderdik demişti.   
Top of Form 1
Top of Form 3

8 Temmuz 2012 Pazar

ÇOCUK


7 Temmuz

öğleden önce

Sıcaklar artıyor, belli öğle yakın.
Bir sürü bekleyen vardı durakta. Otobüs durdu. Allı yeşilli olanlar da vardı.  Başörtülü ve başörtüsü olmayan  kızlar.
Okulun önünde kadın ve çocuğu binmeden önce kadın sordu: Çocuk hastanesine gider mi? Gider cevabını alınca bindi. Bekleyenlerin çoğu da bindiler. Ellerindeki kalem, araç gereçlerden sınavdan çıktıkları belliydi.
Kalabalık. Genç anne, çocuğu tutuyor. Çocuğa gel ediyorum, ama çocuk çekimser. Daha doğrusu isteksiz. Her halinden hasta olduğunu belli. Bakışları durgun ve aynı noktaya bakıyor. Ayakta zor duruyor,  belli. Titremesinden belli. Gel gel’erime aldırış etmeyen, en azından takat gösteremeyen çocuğu bir hamlede kendime çektim ve dizlerime oturttum.
Adın nedir?
Alperen.
Kaç yaşındasın.
Sekiz
, diyor çocuk.
Ne sevimli şeysin sen. diyorum.
Çocuk oralı değil. Belli, başının derdinde. Elimi alnına sürüyorum. Aman Allah’ım ne kadar da ateşi var. Bacaklarımda sıcaklık hissediyorum.
Şimdi bacaklarımda daha başka sıcaklık hissediyorum. Ayağımın altında bir yaşlık görüyorum. Geri dönüyorum: Akan su, benim ayaklarımın altında. Çocuk kusmuş. Anne yan koltuktan kalkıyor ve poşet ve peçete getiriyor. Islak mendil veriyor bana da. Ben berbat olan pantolonumu temizlemeden  önce genç anne kucağımdaki çocuğun kusmuklarını temizliyor.   
Genç kadın mırıldanıyor. Suçlandığı belli. Ne var bunda suçlanacak, herkesin başına gelebilirdi, demiyorum ama düşünüyorum. İçimdeki bu cümleleri geliştirerek sonra söyleyeceğim.
Anne çocuğu yanına alıyor.
İnenler oldu, otobüs sakinleşti ve ben içimdeki cümlelerin söylenme zamanı geldi, diye düşünüyorum.
Gülümseyerek kadına dönüyorum: Esef etme. Benim pantolonumun batması önemli değil. Yavrunun kustuğu bir bakıma iyi oldu. İyi oldu çünkü ateşi düştü ve rahatladı.    Önce bacaklarımda hissediyordum sıcaklığını ama artık sıcaklık yok.
Kadın seviniyor.

5 Temmuz 2012 Perşembe

ERKEN

Erken mi acaba diyorum kendi kendime? Yan masada çay içene soruyorum.
Doktorun 8.30'da geleceğini söylüyor.
Kalabalık artıyor. İyi ki erken gelmişim diyorum kendi kendime.
Çayı içerken dünü düşünüyorum. Ne de peşin hükümlü bu insanlar. Ne araştırma,  ne bilene sorma var içlerinde, diye düşünüyorum.
Efendim ne imiş burası deprem bölgesiymiş. Öyle dedi dünkü gün Ali Haydar'ın arkadaşı. Bu binalar fay hattı  üzerine yapılmış.
Hayır bayım doğrusu öyle değil.
Yalan söylüyorsun demiyorum. Yanlış anlama var demek istedim. Canım neden demeyecekmişim. Hakkım olan bir şeyi söylerim. Bak doğrusu şöyle:
Doğukent deprem kuşağından uzak. Maraş'ın fay hattına uzaklığı ne ise Doğukent'in de o. Ama hayır Maraş daha yakın tehlikeye. Eski Maraş tehlikenin ortasında. Yüzyıllar önce geçirdiği depremin izlerini taşır.
Doğukent, K. Maraş’ta CED raporu uygulanan ilk konutlardır.
Bir konutta olması gereken fazlasıyla yerine getirilmiştir.

 

KÜTÜPHANE

5 TEMMUZ 2012

öğle sonu

Çarşıdayım.
Sıcak bir gün. Neden geldim ki, diyorum kendi kendime.
Boşa yorul diyor içimden bir ses. Boşa kürek çektin. Gel bu işlerden vaz geç.
Ölsem de vaz geçmem. Araştırmam lazım, şehrimin evvaliyatını. O gün kütüphanede de öyle dedim ya belgeleri önüme getirmede üşenen şefe ve iki memuruna. ''Bu işleri  kendim için yapmıyorum. Gelecekte torunlarımız okuyacak, bilgi sahibi olacak kentinin gizlenmiş şairinden, yazarından, düşünüründen, her şeyinden.''

yine kütüphane

Aman Allah'ım gözlerime inamamıyorum. Aylar önce başlayan tadilat daha tamamlanmamış. Merdiven işinde bir çalışan var. Var ama dönüşte  o da yok.
Beni tanıyan yetkili beni en yukarı çıkarıyor. Şimdi gördüklerime inanması daha zor. Onlarca bilgisayar, klavyeleri, aksasuarları. Her şey toz altında. Adam, üzerlerini kapatır. Kullanılmayan kitapları da çuvallara doldurur. Kitaplar, cidiler için de toz olmasın diye önlem alır. Herbiri bin liradan değerli olan makineler içine işleyen toz sonrası çalışacak mı? Çalışsa bile ömrü ne kadar olacak?

Sonra şöyle de düşündüm: Evimizde tamirat olsa, burdakilerin binde bir değerindeki eşyamızı ne yaparız?

çıkınca   

Sıcak.
Yürüyorum.
Acaba saat kaç oldu, diyorum ve telefonu alıyorum. Çavuş abim aramış. Ben neden duymamışım. Duymaman normal diyor içimden bir ses. Öyle ya, kütüphanede moralim sıfırken vuku bulmuş bu arama.
Çavuş abim'le konuşuyoruz. (Çavuş abim, dedimse öyle basit adamlardan değil. Çocukken bize yön verdiği için  Çavuş abi derdik. Asıl adı Yunus Nacar. Albaraka'nın, Anadolu Finansın yönetiminde bulundu. Sanırım faizsiz bankaların başkanlığını bile yaptı. Emekli oldu. Şimdilerde bir büyük şirketin yönetiminde.)  Kökümüzle ilgili araştırmamı beğenmiş. Kutladı. Gönendim.  Hele Darende'den  sözederek ipucu vermesi beni çok sevindirdi.

SEFİL MEHMET


4 Temmuz 2012

Halk şairi Sefil Mehmet'le buluşuyorum. 
Kızının marketinin önüne oturuyoruz. Kuzenime: 'Ben aç değilim, sen başının çaresine bak! Ozanı yakalamışken konuşayım/konuşturayım.' diyorum.

Ozan 86 yaşında. Son yıllarda acı çekmiş. Dert ortağını, arkadaşını kaybetmiş. 

Eşinin vefatının üzerinden geçen 15 yıl  elemini azaltamamış. Sefil eşinin vefatını, şöyle anlatıyor: ‘‘98 Yılının 20 nisanında vefat etti. Akşam bir aile dostundaydık. Ölen oğlunun sözü edildi sohbette. Belli eskiye dönük kederi artmış.
Sabahleyin bana: ''Bana elbise almışsın. Ama kendimi iyi hissetmiyorum. Kefen alsan olmaz mıydı.  Kefen al! dedi.  Akşam da Diyarbakır’a gideceksin.' dedi ama ben  Diyarbakır’daki işimin başına gidemedim. Çünkü sakalar (işçiler) hazırlanamadı. İyi ki, hazırlanamamışlar.  O gece eşim öldü.’’ diyor Sefil Mehmet.

Sefil'in ağzından kaptıklarımı yazıya döküyorum: 

Asıl adı Mehmet Şan.

DOĞUMU: 1927 Yılında Yenicekale’nin Çınarpınar köyünün Karbasan obasında doğmuş.

ÖĞRENİMİ: Askarlik yıllarında okumayı ve yazmayı öğrenmiş. Askerlik dönüşü çevrenin alimi Şaban Fakı’dan ders almıi. Şaban Fakı, zamanın alimi Tuzsus Hoca diye bilinen alimin seviyesinde imiş.

MESLEĞİ: Çifçilik. Bağ, bahçe, arıcılık. Babası Ali Şan ekmek sahibi biriymiş.
Senelerce saka başkanlığı yapmış.   Diyarbakır, Geben, Maraşaltı  gibi yerlerin verimli arazilerinde, çeltik, pamuk, ayçiçeği ve mısır gibi ürünler  yetiştirmiş.  Çok kazanmış. Sonra kötü niyetli insanların   kurbanı olmuş.

MEDENİ HALİ: Evli ve 5 çocuk babası. 
 

bir şiiri
*
virane  bahçe

Deli gönül daha meyve dikersin
Her gün ağlar ağlar boynun bükersin
Ölümlü dünyanın kahrın  çekersin
Kabirin  kapısın açtı el dedi

Deli gönül daha destan yazıyor
Olanca dertlerim gece azıyor
Virane bahçede kimler geziyor
Ağla ağla göz yaşların sil dedi

Kararmış  kaderim  parlamaz oldu
Kime ne, n'oldu ise bana oldu
Yetmiş vadesi de arkadaş  öldü
Ben ölecem  bana kefin al dedi

Virane oldu bağ bahçe  evimiz
Şimdilik ayrıldı artık yolumuz
Şeyhadil’de kaldın  sen de yalınız 
Oğlunu da ara   orda bul dedi 

İnsanoğlu ne ekerse biçiyor
Kara günler gelip gelip geçiyor
Bre  Mehmet taydaşların göçüyor
Dönüş yok göründü bana yol dedi

Çözülmüş,  düzelmez Sefilin işi
Ne gelir ki elden bozulmuş başı
Yazılmış künyesi dikilmiş taşı
Şeyhadil göz kırptı gayrı gel dedi


kelimeler 

Kefin:    Kefen (Maraş ağzı)
Şeyhadil:   Ünlü bir bilgenin ismini taşıyan K. Maraş'ın   büyük  mezarlığı.
Taydaşlar:  Yaşıtlar.
Vadesi yetmek:  Ölüm zamanı gelmek. 

7 Haziran 2012 Perşembe

SEMERKANT AİLE

O gün kaldırımda yürürken gözüme bir kitapçı takıldı. İçeri girdim. Hayırlı olsun, yeni mi açtınız dedim.


Hayır dedi genç adam, yeni de sayılmaz.

Ben neden önce görmemişim, dedim.

Gemç adam bana üçretsiz dergiler verdi oumam için.

Okuyacağım dedim, dergileri aldım. İşyerinin adresini de verdi.

Semarkant ve Semerkant aile dergileri.

Semerkan Aile dergisi kapagındaki çocuk resmi dikkatimi çekti. Ne güzel bir resim bu dedim kendi kendime. Zaten güzelliğine binaen resmi de aladım internetten.


*

Dergiden bir yazıyı buraya alıyorum, tabi dergi sahibinin müsaadeleriyle.

---------------------------------------------------------



Amatör Kalemler


YAZABİLSEYDİM EĞER


Öyle yakışıyor ki size “özlenmek’’; siz dururken gayrısını özlemek, özleyenin hicabıdır olsa olsa. Zaten bu yüzden ben de, cesaret edebilseydim sizi ne kadar özlediğimi yazacaktım. Lakin olmadı. Ne vakit bir yazmak düşlediysem, sustu kalem, indi geceden öte bir koyu gölge kâğıda...

Becerebilseydim, size yanınızda olamayışımı yazacaktım. Biliyorum, hadsizliğin en son haddi ‘’Size yazmak’’. Ama olsun. Bağışlayın diyecektim. Herkes kendi işini yapmalı; densizlik benden, bağışlaması sizden...

Gerçekten hissedebilseydim eğer; kirlenmiş, örselenmiş bir yüreğin yazacaklarının yazmaya değer olduğunu, kendimi kandıracaktım. Yani hakikatiyle özleyemeden daha, özlermiş gibi yapacaktım. Kimbilir, en çok da size âşık olanların hasretlerini özleyecektim sonra...

Uyanabilseydim bir gece yarısı, şöyle en koyusunda uykunun; gözyaşı kıvamında. Kan ter içinde, onulmaz yaralardan derlenmiş bir çocukluk hatırasındaki kadar savunmasız. İsminizi sayıklayan sesimi daha önce hiç bu kadar çaresiz duymamış oluşuma sevinebilseydim. Ve dahî hiç kimseyi bu kadar yanımda istemeyişimle o uykuda, anneleri babaları kıskandırabilseydim...

Dinleyebilseydim bütün nâmelerin kırılma noktasında, billur ırmakların bile benzemekten âciz kaldığı o târifsiz, o tahayyüle sığmaz sesinizi... Bu çocukluğumdan beri tutmaya çalışmaktan vazgeçemediğim kar tanelerinin her birinde, onu taşıyan meleğin size de uğradığını farkedebilseydim... Doymak nedir bilmeyen bu felâketimin çığırtkanı nefsime ağır gelen ne varsa, her zerresini varlığınız nimetinde eritebilseydim... Her günü bir ömür, her ömrü bir an edebilseydim bu dar vakitlerin saatlere her hapsoluşunda... Avuçlarımdaki bütün cam kırıklarını semâya salıverip; ne varsa acıya dâir, hepsini yalanlayıp uçurtmalarımı başucuma koyabilseydim... Sonra uyumayı ödül bilseydim yerin altındaki yatağıma duânızla usulca...

Hülasa,

Becerebilseydim bunlardan en az birini,

Ben de yazacaktım.

Olmadı....


23 Mayıs 2012 Çarşamba

AHRAZ OSMAN

21 Mayıs 2012
Ahraz Osman'ı bulmam gerek. 
Yaklaşık üç  ay kadar önce onunla konuşmuştum iyi de feyizlendim.
Ama onu bulmak o kadar da kolay değil. Mahallede çok yerde eğlenirmiş. Yani belli bir yeri yok.
Önce Eyüp'ün yerine uğruyorum ama nafile. Oradan dört adresten birinde olacağı bilgisiyle ayrılıyorum.
İlki bir hızar işyeri. 
Ah, ne güzel. 
Ahraz Osman'ı (89 yaşındaki değerli halk ozanı)  elimle koymuş gibi buluyorum.
Beni tanıma da güçlük çekiyor. Bu unutkanlığı onun 90 yaşına merdiven dayadığına yorumluyorum. 
Aradan üç ay geçti, unutulabilir de. 
'Önceleri elimde tamamlanmamış çalışmam vardı. Bitirdim. Sıra  seninle röportaja yapmaya geldi.' diyorum.



Ozan şiirini yazdırıyor.
Şimdi de yazılanları inceliyor
Çok şeyden söz ediyor. Özellikle anasına bağlılığından... Zaman, ülke ekonomisinin hiç seviysine indiği  bir  zamanda anası onu eve bir sürü ihtiyaç almak üzere şehre gönderiyor. İhtiyaçlar arasında bir de bakır kazan var. O duygulanıyor. Anası ile yaptığı şiir atışması  her şeyi anlatıyor.

Ahraz Osman köyüne eli boş döner.
Ana oğul, Başkonuş dağının eteklerindeki evlerinin  çardağına  karşılıklı otururlar. Kederlenirler. Dert edindiklerini  birbirine anlatırlar: 

oğul
Anam dert yanıyor evli bekarı
Karaborsa olmuş çayı   şekeri
Hızlanıyor mercimeğin tekeri
Ana bu zam mıdır yoksa zülüm mü

ana
Sizin için gittim kuzum pazara
Üç patates elli lira kazara
Gitmez olam da  gireydim mezara
Yavrum zam zum geldi zam geldi

oğul
Bakırın fiyatını sorma ha sorma
Esnafa bakkala varma ha varma
Kabrini hazırla durma ha durma
Ana bu zam mıdır yoksa zülüm mü

ana
Müslümanız ama çoktur hilemiz
Bin liraya dolar oldu filemiz
Yavrum elimizle bulduk belamız
Yavrum zam zum geldi zam geldi

oğul
Yoksulların oklasından  sacından
Fareler kilerde ölmüş acından
Fabrikalar düşmüş insan gücünden
Ana bu zam mıdır yoksa zülüm mü

ana
Gel ağlatma yavrum yazma destanı
Mini etek çıktı  attık fistanı
Nerde kaldı eşel mobil sistemi
Yavrum zam zum geldi zam geldi

oğul
Ahraz Osman der ki bu nenin nesi
Bu kadar feryatta yoksulun sesi
Nerhalde olmuşuz Mevla’ya asi
Ana bu zam mıdır yoksa zülüm mü

AÇIKLAMALAR: ' Hızlanıyor mercimeğin tekeri'  Mercimeğin tekerinin hızlanması, en fazla zam gören ürün olsı demek.
Okla: Oklava.  
Destan: Ahraz Osman’ın  söylediği bu şiir.
Eşel mobil sistemi:  Başbakan Adnan Menderes zamanına  yapılan vurgu.

29 Ocak 2012 Pazar

KUYUDAKİ KORO

Ocak  2012’ nin İlk On Günü

Dergi elime ulaşmadı. Oysa Bünyamin göndereceğini söylemiş, hatta adresimi almıştı. 

Sabırsızlanıyorum. Nasıl sabırsızlanmam ki….?

Ayın Ortası

Bünyamin’in mesajı akabinde Derginin ulaşmadığını söylüyorum. Bırakmasını istediğiğim yerden alınca  heyecanlanmam daha bir başka oluyor. Alışılmışın dışında bir görsellik taşıyor dergi. Elimde evirip çeviriyorum hangi taraf en hangi taraf boy, bir türlü bulamıyorum. 

Akşam

Okuyorum. Dopdolu bir dergi.
Yayın yönetmeni Bünyamin K.’nin Sunuş yazısıyla başlıyor.
Söylemler yeni. Samimi ve yürekten  söylenmiş paragraflar, ilerleyen sayfalardaki dizeler gibi.

Kuyudaki Koro, üç aylık dergi. Kış 2012 /  Yıl:  1,  Sayı: 1   
Derginin, Bünyamin K.’nin imzasını taşıyan Önsözünde: “ Öncelikle şunu ifade etmek lazım: Kuyudaki Koro’nun künyesine bakıldığında, ‘ 2. dönem ’  ibaresi görülecektir. Ocak 2005 – Ağustos 2006 arasında Kuyudaki Koro   7 sayılık bir periyot sürmüştü. ” denilmektedir.

Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü: Hayrullah Kesmegülü.

Yayın Yönetmeni: Bünyamin K.
Yayın Yönetim Kurulu: Hasan Yasin Altıner,
                                       Harun balcı,
                                       Hayrullah Safa,
                                       Reşit Güngör Kalkan.
Yayın Türü: Yerel – Süreli.
Tasarım:    Bünyamin K.

Katkı Payı : 5 lira

Yazışma Adresi: Pk. 44 Kahramanmaraş
(Mehmet Reşit Küçükkürtül adına)

 E-mektup: kuyudakikoro2012@gmail.com
Abone: Hayrullah Kesmegülü adına 5078343 posta çeki.

Mehmet Raşit Kiçükkürtül adına
Ziraat Bankası Hesabı: 0306 495455325001
*

48  sayfadan oluşan,  1. hamur  kağıda basılmış pırıl pırıl bir dergi. Derginin, sayfalarını okuyorum. 23.sayfasındaki, Bünyamin K.’ye ait dizeleri yeniden okuyorum. Şairinin hoşgörüsüne sığınarak şirin bir bölümünü  buraya alıntılıyorum.

“şehir şehir taşınmayla mı
taşınmayla mı yoksa neyle başlardın
 kıpkısa saçlı sevgilinle hergün her gün taşınmayla mı
tutunmayla mı….  sigarayı azaltarak mı bırakarak mı
…..
 Misal sırtında yangın gögsünde soğuk gön
damarların dar
dar kapın sırımla bağlı
varacağın yer san sen bahar
sen olsan nerede kurtarırdın hayatını… hangi sahnede
odada avluda caddede…”

Derginin Yazarları

Harun Balcı  / Köye Çıkış
Soner Sancaktepe
Hasan Yasin Altıner / Kağıt Çalgı
Mustafa Karasoy / Gün Ağarırken Terkedilecek Siper İçin Kazı Çalışmaları
 Oktay Orhun / Taş Baskı
Nihal Demir / Kayıp Portakal
Yunus Eren  Us / 34 M Bir
Mevlana İdris / Öyküler
Hasan Kaya / Yemen’den Dönen
Ali Kemal Nacaroğlu / Çocuk ve Kuş
Hayrullah Safa – Bünyamin K.  /  Atölye Şiir                 
 Ayşe Olgun / Akan Yelkovan
Hayrullah Safa / Marangoz Halleri
Pelin Yılmaz / En İyisi Cam Kenarı
Elif Pınar / Şehre Düşen Kanat
Murat Karlıdağ / Kırlara Düşmek
Nilay Özer / Hayatta Kalmak ya da Durduğum Yerde Bir İstanbul Yolculuğu
Bünyamin K. / Yedi Altmış Beşlik Şarkı
Reşit Güngör Kalkan / Radyo ile Uyanmak
Ömer Yalçınova / Jön Türkler ve Said Halim Paşa
Mustafa Uçurum / Suskun Bir Deniz  Yolculuğunda Anar’ı Okumak
Mehmet Karamanlı / Mahmut Kaşgar’la Süreli Yayınlardaki Yazım Sorunları Üzerine 
*

Ticari amaçlı olmayışı, yazarlarının çokluğu ve kalitesi onu uzun yıllara taşıyacakmış gibi geliyor bana.
*
KUYUDAKİ KORO
http://www.facebook.com/groups/126982400313/?ref=notif&notif_t=group_activity#!/kuyudakikorodergisi

*

8 Ocak 2012 Pazar

ALİ-BEYT 2

29.01. 2010


Elimde bir dergi var.

ALİ-BEYT

Kültür, Fikir ve Tasavvuf Dergisi


Derginin;
İmtiyaz Sahibi : Mehmet Fatih Seydaoğulları

Genel Yayın Yönetmeni ve Editör : Yahya Dertli

Genel Koordinatör : Kurtuluş Kenger

Yazı İşleri Müdürü: Abdurrahim Seydaoğulları

Yayın Kurulu : Mübarek Seydaoğulları / Muhammet İkbal Saylık

Grafik ve Tasarım : Arda Kutay


HABERLEŞME ADRESİ

İpek Mah. İpekyolu Üzr. Seyda Camii Bitişiği

KIZILTEPE / MARDİN

Tel: O 482 313 55 52

*

64 sayfadan oluşan, kuşe kağıda basılmış pırıl pırıl bir dergi. Derginin, 3. Yıl, Ocak  16. Sayısına göz gezdiriyorum.



5. Sayfadaki bir yazı dikkatimi çekiyor.
Etitör Yahya dertli tarafından kaleme alınan yazıyı heyacanla okuyorum.
 
*

Merhaba değerli okuyucular. Hepinizi selamların en güzeliyle selamlıyorum. Bu sayımızda insanların zihnini son derece meşgul eden mes'elelerden biri olan "kader" konusunu işlemeyi uygun gördük. Kader programının ağırlık merkezinde rızık, ecel, irade, ilim… gibi birçok alt başlıklar bulunmaktadır. Bu bakımdan “kader” çok geniş bir yelpazeye sahiptir. Kader, Allah’ın kullarının müstakbelde yapacağı şeyleri bilerek kişinin siciline not düşmesidir adeta. Bu program kayıtlara uygun olarak ecele kadar devam eder. Ecel, bir manada dünyaya âid programın bitim noktasıdır.

Kader mevzuunda belki acelece bir bilgi olacak ama bilmemiz gereken en mühim husus, Allah’ın kudretini, ilmini ve iradesini daraltmadan kulun davranışlarını ve sorumluluğunu temellendirebilmektir. Bu, birey için önemli olduğu kadar, cemiyet nizamının mükemmel bir surette te'sîs ve ahengi içindir. Kader düşüncesi bu çerçevede daha kolay çözülebilecek bir mesele gibi durmaktadır. Yani her şeyin hazinelerinin AIlâh'da olduğu ve ilâhî bilgiye göre, yâni kader programına uygun bir şekilde gerekli tevzîât yapıldığı, potansiyel enerjinin kesble birlikte fiile dönüştüğü Kur'ân'la sâbittir. Mü'minler, bu maddî farklı durumlarının kendilerine hayır olduğu inancı içinde olmalıdır. Sırlar, hikmetler ve kudret akışlarıyla donanan bu kâinâtta kader programının cereyanı, en saltanatlı kudret nişânelerinden biridir.

Bunun içindir ki hayatımızın sürûr ve huzûru, yazgının iyi anlaşılmasıyla çok önemlidir. Kahır gibi görünen çok hâdiseler vardır ki, neticesi lutuftur. Arkası cennet olan fakîrlik gibi. Lutuf gibi görülen bazı durumlar da vardır ki, neticesi acı bir hüsrandır.

Bütün bu hakîkatler ışığında kader inancı bakımından kulların son derece Hakk'a mütevekkil ve teslîmiyetli olması, iki cihân seâdetine vesîledir. Zîrâ kaderin Hakk tarafından kulun fiiline uygun olarak beşeriyyet yaratılmadan önce yazıldığı gerçeğine binâen insanlar, Allâh'a teslîmiyyet hayatı yaşamalıdırlar ki, takdîr olunmuş programı yaşamanın zevkine ve kadere îmânın tadına erişmiş olsunlar.

Varlığı halkeden Allâh -celle celâlühû-, her mahlûka bir müddet yaşama hakkı vermiş, o zaman içinde kendisine rızıklar tayin buyurmuştur. İnsanın hayatı, nefesleri, lokmaları, kader levhasında tesbit edilmiş, Âdem -aleyhisselâm- zürriyetine kodlanmıştır. "Tedbîrde kusur etme, takdîre bühtân etme!" atasözü, meşhurdur. Allâh -celle celâlühû-, kulunu "irâde, teşebbüs, mükellefiyet, tevekkül, imtihan, sorumluluk" gibi ilâhî kanunlarla mücehhez kılmıştır. Bu kanunların dışına çıkmak, Rabb'e isyan mâhiyetini taşır. Hastalandığımızda doktorlara koştuğumuz, ilaca sarıldığımız; yangın, zelzele gibi âfetler karşısında da sokaklara fırladığımız gibi tehlikelerden korunma, varlıkların yaratılışında meknûz bir temâyüldür.

O halde insanların gayretleri, tedbirleri tehlikelerden korunmak için ilâhî bir emirdir. Kader programına aykırılık değil, bilakis ona hürmet ve ilâhî emre uygun hareket etmektir. Eğer zıddı olsaydı, bunlarla emrolunmamızın mânâ ve hikmeti kalmazdı. Sebepler kanununa riâyetsizlik, isyan ve günahtır. Kur'ân-ı Kerîm'de buyurulur: "İnsana, kendi çalışmasın (ın karşılığın) dan başka bir şey yoktur." (en-Necm, 39)

Sizleri birbirinden faydalı yazılarla baş başa bırakmadan önce yarıyıl tatilinde çocuklarımıza namaz surelerinin tekrarını ve Kur’an-ı Kerim’i bol bol okutturmayı ihmal etmeyelim. Ey Allah’ım bizleri Salih amellere muvaffak eyle! Âmin!..

SU

13 Ocak 2010 günü bilgisayarı açtığımda arkadaşım, akademisyen Nuri Kahveci'nin ilginç bir  mesajı ile karşılaşıyorum.
 Önemine binaen de burada yayınlıyorum.
Mesajın metni aşağıdadır.
 
Su içmek için uygun zamanlama, suyun insan vücudundaki etkinliğini azamiye çıkaracaktır.

---------------------------------------------------------


*Uyanır uyanmaz 2 bardak su - İç organları aktive eder

*Her yemekten 30 dakika önce 1 bardak su - Hazma yardım eder

*Banyodan önce 1 bardak su - Tansiyonun düşmesine yardım eder

*Uykudan önce 1 bardak su - Kalp krizini ve felci önler

-----------------------------------------------------------



1. Beynimizin % 75' i sudur.
2. Vücut ısısını düzenler.
3. Hücrelere gıda ve oksijen taşır.
4. Solunum için oksijeni nemlendirir.
5. Yediklerimizi enerjiye çevirir.
6. Kanımızın % 83' üdür.
7. Atıkları (oksitleri) yok eder.
8. Hayati organlarımızı korur ve rahatlatır.
9. Kemiklerin % 22' sidir.
10. Gıdaları absorbe etmesinde vücuda yardım eder.
11. Adalelerin % 75' idir.12. Eklem yerlerini rahatlatır / yastık vazifesi görür.


EBEGÜMECİ

4 ocak 2010, pazartesi


Hafif te olsa bir yağmur var. Zaman zaman şemsiyemi açıyorum. Kapattığım da oluyor.
Bu kış günü gördüğüm manzara beni heyecanlandırıyor. Adımlarım gördüklerime giderken çok şeyler de düşünüyorum.
ebegümeci otu ile ilgili görsel sonucuYaz aylarında çiçek açtığını sandığım bitkiye yaklaşıyorum. Ebegümeci. Çimlere çömeliyor, güzel bitkiyi inceliyorum. Çiçekleri ve birkaç tomurcukları var. Sanırım bir hafta önce de dikkatimi çekmişti bu bitki. Yalnızca yeşermesi ve bir karış olması vardı.
Birkaç defa fotoğrafını çekiyorum. Sonra da eve geliyor, bitki hakkındaki bilgileri topluyorum. Kafamdakileri de karıştırınca güzel bir yazı oluyor.

EBEGÜMECİ


Çiçekleri ilaç, yaprakları sebze olarak kullanılan bir ottur. Genellikle harabelerde insanların yaşadıkları yerlerin yakınlarında ve tarla kenarlarında kendi kendine yetişir. Kısa boyludur. ( 20- 70 cm.)

NE ZAMAN ÇİÇEK AÇAR

Sıcak yaz aylarında çiçek açar*. Yaprak ve çiçeklerinde fazla miktarda kabızlık giderici madde vardır. Yaprak ve çiçekleri kurutulmadan yenir.

TÜRLERİ

Anadolu'da 8 türü yetişmektedir.

Bu bitkilerin hepsi de yapraklarında, çiçeklerinde ve saplarında (bamyada olduğu gibi) bir sümüksel madde içerirler. Küçük yapraklı bitkinin uzun saplarının ucundaki yapraklar yuvarlak ve çentiklidir.

ÇİÇEK RENKLERİ

Açık pembeden eflatun rengine kadar değişebilen renkte çiçek açarlar.
Çiçekleri, yaprakları ve sapları, Haziran'dan Eylül'e kadar toplanabilir. Bitki, kurutulduğunda özelliklerinin bir bölümünü yitireceği için, elden geldiğince taze kullanılması gerekir. Ama kurutulmuş bitki yine de kullanılabilir.

Kaşınan ve yanan yüz alerjilerinde de, yüzü ılık ebegümeci çayı ile yıkamak rahatlatıcıdır.

ÇAY HAZIRLAMAK

Yalnızca soğuk suda demlendirilmelidir. Kurutulmuş ebegümecinin çok ince kıyılmış yarım tatlı kaşığı bitkisi, orta boy bir su bardağı dolusu soğuk suya akşamdan eklenir, sabahleyin süzülür ve ılıklaştırılır.


Fayları

1. Göğsü yumuşatır.
2. Öksürüğü keser.
3. Mide ve bağırsakların muntazam çalışmasını sağlar.
4. Kabızlığı giderir.
5. Mide bulantısı ve kusmaları önler.
6. Ateşi düşürüp, vücuda rahatlık verir.
7. Boğaz ve bademcik iltihaplarını giderir.
8. Nezle, bronşit, nefes darlığı tedavisinde kullanılır.
9. Lapası, çıbanların olgunlaşmasını sağlar.
ebegümeci otu ile ilgili görsel sonucu10. Burun kanamasını durdurur.
11. Dişeti hastalıklarını tedavi eder.
12. Mide ağrısını keser.
13. Burun tıkanıklığını giderir.

----------------

* Beni de düşündüren bu ya.

İSVİÇRE VE MİNARE

Kimilerine göre, görünümüne dayanmak güç olduğundan…
İsviçre`de "Minare yapımına devam edilsin mi, yoksa yasaklansın mı?" Bunun için İsviçre`de referandum yapıldı. İşte meselenin özü bu. Çıkan sonuç, yasaktan yana. Yani beklenen bir şey. Yasak olmasa iyi olurdu ama yasaklandı işte. Bir çok ülke yasak beklenmiyordu ve hatta düşülmüyordu bile.

Referanduma katılım düşük oldu ama katılanların yüzde 57`si "Minareler Yasaklansın" diye oy kullandı.

Çıkan sonuç, İsviçre ve AB yüksek mahkemelerinde geçersiz sayılabilir.

Kararın iptal olunabilineceğine ilişkin ipuçları belirdi. İsviçre Eyaletler Konseyi Başkanı yasağın iptali için resmi makamların harekete geçtiğini açıkladı.

Din özgürlüğünün böyle tahrik edilerek kısıtlanması düşündürücü.

Avrupa`daki ırkçı gruplar harekete geçtiler. " Müslümanlar Avrupa`yı istila etmeye geliyor," diye diğer ülkeleri tahrik ettiler.

*
BUNLARI BİLİYOR MUYDUK?

1-İsviçre, Avrupa`da kadına seçme ve seçilme hakkı veren son ülke. Kararın tarihi, 1971. Yani 1971 yılına kadar İsviçre`de kadınlar oy kullanamıyor ve hiçbir siyasi göreve seçimle gelemiyordu. İsviçre`nin Alman bölgelerinde kadınlarla ilgili söylenen şöyle:

Kadının yeri,

a) Çocuk bakımı,

b) Kilise,

c) Mutfak"tır.

2 – İsviçre halkı, Avrupa’da köpek eti yiyen tek ulus. Alp köylerinde kaç köpeğin tuzlanarak, sucuk, sosis yapılarak yendiği bilinmiyor. Ama köpeğin yendiği kesin. Bu yazdıklarımız kediler için de geçerli.

Savunmaları: “Çok sevdiğimiz bir evcil hayvanı kullanıma sokmalıyız ve ayrıca bizim için de faydalıdır," demeleri.

İsviçre`liler köpeğin lezzetli parçalarını yerdikten sonra geriye kalan parçalarını yağa dönüştürürler ve ilaç olarak kullanırlar. (1)

3 - Halk devamlı olarak sarhoş. Londra’da bile bu kadar çok külhanbeyi ve sarhoşa rastlanmaz.

En basit şeylere, hatta sokaktaki direklere bile çok güzel ve şahane şeylermiş gibi bakıyorlar.(2)

-------------------------------

NOT:

Isviçre`de yapılan Minare yasağı referandumuna yönlendirilen halk tarafindan 57 % destek oy çıktı.

Şimdi bu konuyu tüm Avrupa`da gündeme getirmek istiyor ırkçılar.

Avusturya`da yayınlanan "Die Presse" gazetesi ise internet sitesinde Minare yasağı ile ilgili bir anket düzenliyor.


ANKETİN SON ŞEKLİ

Tarih: 04.12.2009, saat:21.05 te,

a) Evet diyenler % 45 (34061 kişi ile)

b) Kararsızlar, (1519 kişi ile ) % 2,

c) Hayır diyenler % 53 (39838 kişi)

İken,

13 saat sonra;

a) Evet diyenler (523997 oyla) % 92,

b) Kararsızlar, (1540 kişi oyla) % 0,

c) Hayır diyenler (44915 kişi ile) % 8

Linki veriyorum :


------------------------

(1) CAHİLLİKLER KİTABI / YAZARLARI : JOHN LLOYD - JOHN MITCHINSON

(2) DOSTOYEVİSKİ`nin Mektuplarından. (Ünlü yazarın İsviçre`li hakkındaki izlenimleri bu kadar değil. Konuyu uzatıp okuyucuyu sıkmamak için kısa tuttum. Örneğin: "İsviçre'liler kendini beğenmiş insanlar..." )

7 Ocak 2012 Cumartesi

DÖRT ŞAİR

 

30 EKİM 2009

Sevdiğim ay gerilerde kaldı. Sevdiğim ay, sonbahar mevsiminin ilk ayı olan eylüldü. Sanırım çoğu insan da benimle aynı düşüncede.

ÖĞLE ÖNCESİ

Arkadaşımı arıyorum. Ali Haydar*.  Buluyorum.  Yerimi söylüyorum ona. Kutsal bir gün olduğunu da. Nedendir sonra, hastaneye uğrayacağımı, bir hasta ziyaretinden sonra yanına geleceğimi söylemeden daha, aradığım  hastanın Bayram** olduğunu ve sabahleyin taburcu edildiğini söylüyor bana.

Demek arkadaşımı göremeyeceğim.

Esefleniyorum.

Neden bir şeyi vaktinde yerine getiremem ki? Zamanın elinde bir oyuncak… doğrusu, sağa sola savrulan bir çöp olduğumu düşünüyorum.

Hüzünler yüreğimde toplanıyor. Bu, yüzümden belli oluyor. Yanımdakilerin bir hoş bakışlarından anlıyorum.

Mabedin bahçesinde sararmaya yüz tutan ama dökülmekte direnen (az dökülen) yaprakların üzerinde sağa sola ilerliyorum.

ÖĞLE SONRASI

Kanadı kırık bir kuş gibi hissediyorum kendimi. İmamın, hutbesinin ağırlığını taşıdığımı, sözlerinden  sarsıldığımın farkındayım.

Senenin bu ılık mevsiminde olduğumu hatırlıyorum ve arkadaşımı yeniden arıyorum.

Arkadaşım, Ali Haydar beni candan karşılıyor.

Kafamda, onun için taşıdığım iki sorunun ilkini açıyorum. İkinci sorumda aldığım cevap beni daha mutlu ediyor.***

İki arkadaşımın daha  geleceği bilgisini veriyor Ali Haydar. Onlar gelmeden önce şekilleri ve sesleri bana geldi gibi. Senelerden beri görmediğim Mustafa ve seyrek gördüğüm Mi Akif. Şimdi karşımda sevdiğim 2 şair de var. M. Akif ve Mustafa.****


İKİNDİ SONRASI


Birlikte şair Yasin’i ***** ziyarete giderken Yasin’in yeni uğraşısı  ile ilgili doyurucu bilgi veriyor M. Akif.  Anlatılanlardan  güzel bir hikaye çıkar diye düşünüyorum.



Yasin’in yeni uğraşı fotoğrafçılık. Çektiği fotoğrafları içtenlikle gösteriyor. Onun bu hareketinden sonra yüzünde bir övünme belirtisi göremesem de… güzel resimler diye geçiriyorum içimden. Sonra da bunları arkadaşıma söylüyorum. Bir gün önce çektiği salyangoz fotoğrafı ilgimi çekenlerin başında geliyor.

Yasin, bunu şiire ek olarak yaptığını söylüyor. Vaktinin iş, ev ve dağ arasında geçtiğini vurguluyor.

Ayrılırken bana iki kitap hediye ediyor. Bunlardan 1.si şair Mehmet'in******, 'Gölge Boyu Irmak', 2. Mehmet Akif Şahin'in, ' Aşkımın Zaman Kayması' isimli kitapları.

------------------------------------------------------

*Ali Haydar Tuğ.


** Bayram Nacar.


***Şahsiyetini neden öne çıkarmadığı ile ilgili idi 2. sorum.


****M. Akif Baltutan ve Mustafa Pınarbaşı.


*****Şair Yasin Mortaş.

http://dostlarimdan.blogspot.com/?


****** Şair Mehmet Mortaş.

-------
Posted 31st October 2009 by

AL-İ BEYT

 

23.10.2009

Elimde bir dergi var.



ALİ-BEYT

Kültür, Fikir ve Tasavvuf Dergisi
Derginin;
-------------
İmtiyaz Sahibi : Mehmet Fatih Seydaoğulları

Genel Yayın Yönetmeni ve Editör : Yahya Dertli

Genel Koordinatör : Kurtuluş Kenger

Yazı İşleri Müdürü: Abdurrahim Seydaoğulları

Yayın Kurulu : Mübarek Seydaoğulları / Muhammet İkbal Saylık

Grafik ve Tasarım : Arda Kutay

*

DERGİNİN FİYATI
----------------------

Türkiye İçin:

Tek Sayı Fiyatı : 5 TL

Avrupa için:
Tek Sayı Fiyatı : 6 EURO

HABERLEŞME ADRESİ
İpek Mah. İpekyolu Üzr. Seyda Camii Bitişiği
KIZILTEPE / MARDİN

Tel: O 482 313 55 52
Web ve E-mail

www.alibeyt.net
alibeytyazar@hotmail.com
alibeytokur@hotmail.com

*

62 sayfadan oluşan, kuşe kağıda basılmış pırıl pırıl bir dergi. Derginin, 2 – 2009 yılı 14. Sayısına göz gezdiriyorum.

32. Sayfadaki bir yazı dikkatimi çekiyor.

Yazının ismi: Fıkhi Açıdan Çocukluk Devreleri Ve Mükellefiyetler.Yazarı : Yrd. Doç. Dr. Nuri Kahveci.
Yazar, çocukluğu 5 devreye ayırarak inceliyor.

Bu devreler :

1. Ceninlik Devresi.
2. Gayr-i Mümeyyiz Küçüklük Devresi.
3. Mümeyyiz Küçüklük Devresi.
4. Bulüğ Devresi.
5. Rüşt Devresi.

Yazar, rüşt’ü şöyle açıklıyor: "Rüşt, gerek dini, gerekse mali mükellefiyetlerle ilgili hususlarda normal davranış ve hareketlerde bulunmaktır. Dini ve dünyaya dair zararlı ve yararlı olan şeyleri bihakkın bilmek ve kavramaktır. İşlerini normal şekilde idare edebilen ve malını koruma hususunda akıllı davranabilen kimseye hukuken reşit denir.”

DERGİNİN YAZARLARI
 --------------------------------
Yazarın Adı: Yahya Dertli
Yazının Konusu : Kur’an ve Hadisler Işığında Çocuğun Dini Eğitimi

**************.
*M. Burhan El- Hedbi / Asrımızda Sünnet Algılaması.
*Abdullah Haluk bülbül / Çocuk ve Camideki Duruluk ve Fıtrata Uygunluk.

**********************

*Ahmet Kozak / Gurbet Pınarından : Annesini Darıltınca Dili Durdu.

**************

*M. Caner Seheryıldızı / Kişisel Hayat Planı.
*Turan dertli / Dikkat Edilmeyen Günah: Gıybet.
*Selahaddin Seydaoğulları / Üstad Seyda (K.S) / Ariflerin Dilinden.

******************

*Muhammet Erraci / Dua ve Adabı.
*Mehmet Uslu / Hayvanlar Aleminden:
Mukalemun (Bukalemun)

*************
*Seyfullah Suhaer / Her Yönüyle Bütün İnsanlığa Örnek: Hz. Muhammed (S.A.S.)

**************
*Bahaeddin Nursaçan / Ökkeşiye Hazretleri : Hz. Ukkaşe.
*M. Turan Dertli / Tasavvufta 3 Temel Unsur.
*Seyyid Mübarek Seydaoğulları / Siz Nasılsınız?
*Dr. Canan Ertekin / İki Cihan Meyvesi.
*Rukiye Karagöz / Hadisler Işığında Dua ve Çocuk.
*Hane Sultan Kısa / İbretli hikayeler.
*Eşref Yusufoğlu / İslamda Aile : Akrabalık Hukuku.
*Ali Kenger / İslam Dünyasının Bugünkü Meseleleri.
*Fahreddin Bingöl / İslamda Gençlik Ve Gençliğe Verilen Önem.

*****************

*Muhammed İkbal Saylık / Sıkıntıları Aşmak İçin Dua.
*Erkan Kısa / Şehitlerin Efendisi: Hz. Hamza.
*Kurtuluş Kenger / Edebiyatımızda Dua: Duayı Anlamak.
*Ummu Ebrar / Duanız Olmasa.
*Seyyid Muhammed Mihdi / Yeryüzü Yıldızları.
*Sadreddin Semerkandi / Camilerimizin Dini Ve Sosyal Hayattaki Önemi.

***********************

*Yahya Dertli / Kişisel Dini Gelişim.
*Milcan Dertli / Peygamberler Silsilesinden: Hz. Yahya.
*Lokman Dicle / Niçin Elhamdülillah?
*Abdullah Dicle / Gökteki Rehber Yıldızlar : Zeyd b. Sabit (R.A.)

**************

Posted 28th October 2009 by

KÖY YOLLARI 2

 


17.10.2009
Muhtar Bilal üstlendiği görevi severek yapanlardan. Bu gelişinde de köyün yol sorununu
Cumhurbaşkanlığına yazdığını söylüyor.

Cumhurbaşkanlığına yazdığı dilekçe şöyle:

T.C. CUMHURBAŞKANLIĞINA

Sayın cumhurbaşkanım, Yenicekale ve 4 mezrasının muhtarıyım.

Bu köyler, K. Mmaraş'a 45 km uzakta bulunan, Yenicekale (Yeniköy) Nahiyesi,
Ve
a.Ilgadın,
b.Hacışıklı,
d.Bekirli,
d.Nacarlı,
Mezralarıdır.
Yeniköy ve bağlı bulunan 4 mezrası küçümsenemeyecek bir nüfusa sahiptir.
Köyümüzün bir çok sorunları vardır. Bu sorunların başında da yol sorunu gelmektedir. Her nedense şimdiye kadar seçilen muhtarlar bu işin üzerinde durmamışlar, devleti yönetenler de gerekeni yapmamışlardır.
TALEBİM :

Ana köy olan Yenicekalele (Yeniköy)'ye 1 km uzaklıkta olan Bekirli Mezrası ile yine bu Mezranın uzantısında bulunan ve bu Mezraya uzaklığı 1 km. olan Nacarlı Mezrası yolunun yapılmasını ve güzergahta köylülerin bağ - bahçesi olduğundan yolun Döngele Beldesi sınırına kadar uzatılmasını istiyor, Köy Hizmetlerinin 2010 yılı projesine alınmasını arz ve talep ediyorum.

Saygılarımı sunuyor, Devletimizin yanında olduğumuzu 1 köy ve 4 mezranın halkı adına vurguluyorum.

BİLAL CEYHAN
Yenicekale (Yeniköy) Nahiyesi,
Ve
a.Ilgadın,
b.Hacışıklı,
d.Bekirli,
d.Nacarlı,
Mezralarının Muhtarı

*

*

**
Posted 17th October 2009 by