Bu, “ELESTÜ Bİ RABBİKÜM” Emrine
cevaben verdiğimiz, “BELA” sözümüzü yerine getirmek için dünyanın yedi
harikasını görmek üzere uzaklardan gelen benim ve Ablamın öyküsü.
--------------------
EKİMİN SON HAFTASI, CUMA
Ben Türkiyeli Elif, kısa süren yolculuğumdan sonra artık özlediğim mekana
geldim.
Kabe.
Bir akşamüzeri, Yemen yönünden esen hafif rüzgara sırtımı dayadım.
Yaklaşmakta olan biri dikkatimi çekti. Kısa boylu ama ya yaşı ne kadar, diye
düşündüm.
Orta yaşlı dedim sonra kendi kendime.
Evet, orta yaşlı kadın elindeki bardağı musluğa uzatıyor, dolduruyor ama bardak
dudağına ulaşamadan, bardaktaki zemzem dökülüyor.
Kalktım. Bardağı doldurdum ve kadına sundum.
Endonezya`lı kadın beni kendine çekti. Kucakladı ama öpmedi.
Bu olay: Benimle Endonezya`lı kadının arasındaki dayanılmaz ünsiyetin
başlangıcı idi.
---------------
İkinci gün, tavafa giden
arkadaşlarımdan ayrılarak tefekkürü tercih ettim.
Şimdi, Altın oluğun karşısındayım. Seçtiğim tefekkür için Makam-ı İbrahim’i
görmeliydim. Bu yönde yer aradım, buldum.
Başımı ağır ağır kaldırdım.
Gözlerim Beyt’in kapısına kadar yükseldi.
“Allah’ım, ben şehadet ederim ki Senden başka ilah yoktur.”
Gözlerim kapalı.
“Yine şehadet ederim ki Muhammet Sen’in kulun ve elçindir.”
Şimdi, kapalı gözlerim beni çağlar öncesine götürüyor:
İsmail Peygamberin koyunları uzun uzun yayıldı. Bu yayılma, genç Elçinin
kendilerine öğrettikleri doğrultudaydı. Birisi de Haram sınırlarını aşmadı.
Çocuk, koyunlardan önce anneye doğru koştu.
Cürhüm’lü gelin çocuğunu sevdi.
Gelinin gözleri tepeden inen yaşlı
adamın üzerindeydi. Adam yaklaştı.
‘Ne güzel bir ihtiyar, dedi. Hiç te
yorguna benzemiyor.’
Gelin güldü.
Gelin niçin güldü?
Yaşlı adam geline yaklaştı.
‘Kızım kocan nerde?’ diyor yaşlı adam.
Gelin ihtiyara imrendi ve güldü.
Ne güzel ihtiyar, diye düşündü yeniden.
‘Kızım kocan nerde?’ diye yineledi ihtiyar.
‘Avda.’
Üzerinde, çalıdan başka nesne olmayan siyah taşlı tepeler, seyrek ağaçların
arasına saklanmış, kuş uçmaz ve kervan geçmez yerler. Bu ıssızda ne yaparlardı?
İhtiyarın sözleri bu doğrultuda oldu.
‘Ne yersiniz?’
‘Et.’
‘Ne içersiniz?’
‘Su.’
‘Allah eti ve suyu mübarek etsin.’
O çağda Mekke toprağında henüz tahıl
yoktu. Olsaydı ve gelin “bir de ekmek yeriz,” deseydi, yaşlı elçi ekmek için de
dua ederdi.
‘Kocana selam söyle kapısının eşiğine sahip olsun.’
‘Söylerim. İnip dinlenmez misin?’
Ra’le’nin üstünlüğünü keşfeden yaşlı
adam,‘geçmiş yıllardaki gelin ve şimdiki gelin.` diye düşünüyor. Önceki için de
eşik kelimesini kullanmıştı. Ama olumsuz. ‘Ama oğlum anladı ve ayrıldı ondan.
Ama bu sefer olumlu. Yine anlayacak ve sımsıkı sarılacak güzel gelinim
Ra’le’ye.’
‘Geceyi burada geçirmez misin?’ diyor
gelin.
‘Hayır,’ diyor, peygamber. İçinde
eşinin sözleri gizli. “İsmail’in evinde gecelememek şartıyla…” kopardığı izin...
Sözüne sadık kalmalı Peygamber. Amcasının kızı ve ilk inananlardan karısı. Onun
darılması, gücenmesi yaşlı elçiyi yaralardı. Hem evlenirken verdiği söz de bu
doğrultudaydı.
‘Ömür boyu başkasıyla evlenmemek
şartıyla.’ demişti evlenirken nişanlısı adama.
‘Ömür boyu başkasıyla evlenmeyeceğim.’
demişti adamla da.
‘Ben istemedikçe,’ demişti nişanlısı.
‘Evet sen istemedikçe.’ demişti kendi
de.
Ve akşam oluyor.
‘Kokusunu alıyorum,’ diyor avdan dönen
genç elçi.
Ra’le, mutlu.
‘Kimin kokusunu alıyorsun?’ Diyor Rale.
‘Babamın. Babam geldi değil mi?’
‘Yaşlı biri geldi.’
‘Ne söyledi?’
‘Demek eşikten söz etti.’
‘Öyle?’ diyor Cürhüm’lü gelin.
Adam önceki karısını düşündü. Onun
için de eşikten söz edilmişti. Ama ‘boşa’ anlamındaydı emir.
Birden irkildi ve kendine geldi.
‘O benim babamdı. Seni sahiplenmemi
istemiş.’
Ra’le mutlu.
Ne mutlu Rale’ye.
‘Demek babandı.’
‘Evet. Onun için ne yaptın?’
‘Saçını yıkamayı teklif ettim,’ diyor gelin, ‘atından inmeden ayağını Haram’a
dayadı, sağa döndü, ben de sağını yıkadım. Sonra sola döndü, ben, sol tarafını
yıkadım.’
Genç kadın neşeli. ‘İşte kanıtı’,
diyor ve taşa çıkan ayak izlerini gösteriyor.
-----------
“Seni noksan sıfatlardan tenzih
ederim.”deyip başımı kaldırdım.
Derin tefekkürüm bitmişti.
---------
İkinci gün yine aynı saatte, aynı
yerde oturdum. Saatlerden beri okuduğum mushafı yerine bırakıyorum. Dizlerinin
uyuştuğunu hissediyor ve ayaklarımı ileri doğru uzatarak gözlerim yukarılarda,
Allah’ın evini seyrediyorum.
Biri tarafından uzatılan zemzemi içmem sonrası, tavrım kandığımı gösteriyor.
Endonezya`lı kadın boş bardağı elimden alıyor. “Ellerin ne de sıcak?” diyor.
Kalktım ve kucaklaştık.
Bu, ikinci kucaklaşmamızdı ve uzun sürüdü.
-----
AÇIKLAMA
Bu, “ELESTÜ Bİ RABBİKÜM” Emrine
cevaben verdiğimiz, “BELA” sözümüzü yerine getirmek için dünyanın yedi
harikasını görmek üzere uzaklardan gelen benim ve Ablamın öyküsü.
Gelen, nişanlım Ali idi.
----------------